28 Ekim 2011 Cuma

asıl ger çek düş
geç it kak geç
kaç yüz bin yıl geç
kır kan al
kır kan al
sakın
karış karış kapan yol yakın
dile sap otla kına aç
uç kız uç gelin uç
sorun kesin ve kalın
- işyerinde neden herkes senin için farklı farklı konuşuyor?
- ha o benden dolayı. İnsanların içlerini dışa vurmalarına sebep oluyorum da.
- nasıl?
- diyorum ki insanların ağzı torba değil büzesin, konuşuyorlar işte, durduramıyoruz. malum insan soyu olarak severiz bize verileni sonuna kadar kullanmayı. insan neden konuşur biliyor musun?
- neden?
- ben de bilmiyorum. şu anda bile bilmiyorum, neden konuşuyorum seninle?
- anlaşmak için olmasın?
- ne üzerine, neyin anlaşması? ah Edip ah, şimdi anlıyorum seni.
- hiçbir şey anlamadım dediğinden.
- ben de onu diyorum, anlaşmaya gerek var mı? sadece bir anlaşma mı bu? nereyi imzalıyoruz?
- aman be, işim var gidiyorum!
- ya tamam gitme gitme, şaka yapıyorum… şunu demek istiyorum aslında, evet ben de çıplak görmek istiyorum seni ve bunun için konuşmam gerekiyorsa, konuşurum. niye konuşmayayım hem? öyle veya böyle kaçacak gözlerimden zaten seni ne kadar güzel bulduğum. bir öküzün treni izlemesi kadar sana sonsuzca bakabilme hakkına sahip olmak istiyorum mesela. bazen de tren geceyi nerede geçiriyorsa, onu orada uyurken görmek istiyorum. uyurken insanların yüzü ele verir kendini ve ben yüzünün elini tutmak istiyorum.
ne de olsa bir anlaşmadır bu. sadece bir anlaşma...

26 Ekim 2011 Çarşamba

- hiçbir şey hatırlamıyorum.
- çok mu sarhoştun?
- sanırım, hatırlayamadığıma göre.
- ben hiç unutmadım, en azından iyi parçalarını ayırdım kendime. geri kalanını da zamanın akışına bıraktım. her şeyi bıraktım, kafa ütülemeyi bile. artık ütülerini bozuyorum insanların.
- ütü bozmak dedin de aklıma geldi, geçen demiştim ya sana hani kafayı kendimle bozdum diye. işte o kendimle tanıştım sonunda, iyi çocuk, seversin sen de. tanı...
- bilmem ki. tanısan seversin demenden korktum bi an. ama beni en çok korkutan ne biliyor musun? eğer sen diye bir şey olmasaydı, büyük ihtimalle ben diye bir şey de olamayacaktı. yalnızlığını anımsayan tanrılar gibiyiz. bugün çok mu şiir içtik ne, sarhoş gibiyiz yine.
- evet, saçmalamaya başladın desek daha doğru olur. saçmalamak da komik bi fiil, bir şeyi sanki saçmayla sarmalıyormuşsun da o şey saçma hale bürünüyor gibi.
- bir hediye paketi gibi mi?
- naylona sarılmış ciğer de olamaz mı. kediler ne saçma buluyordur kesin bunu !

21 Ekim 2011 Cuma

sinemadayım. film başlangıcının sessizliğinde henüz, ve ben karnımın guruldusunu cep telefonumun titremesi sanıyorum. tam elimi atarken telefona anlıyorum kandırıldığımı. "büyük çapta kandırılıyor olmamız, birbirimizi küçük çapta günaşırı kandırdığımızdan." diyor filmden bir adam. film başlamış olmalı, ben şaşkın, sağıma soluma bakıyorum, "hey ahbap, sen beni mi takip ediyorsun?" çocukken öğrendiğim amerikan türkçesi hemen her zaman göstermiştir etkisini. bir "bak dostum, beni anladığını biliyorum, o yüzden kapat şu kahrolası çeneni" ve şaşkınlık sıralarını boş geçmeyen seyircilerin bakışları arasında sıkışıyorum. o kadar sıkışıyorum ki kendimi tuvalete atıyorum. her pisuvarın tepesinde bir ekran. cümlesi kafamda hala yankılanan adam yine karşımda. doğru tahmin etmişim, beni takip ediyor. şüphelerinden arınmış biri olarak sosyal sorumluluğu yumruklarımda hissediyorum. hemen salona girip, uyarmak istiyorum insanları ve filme katılıyorum. seyirciler ne olduğunu bile anlamadan süzülüyorum içeri perdeden. filmde bir sinema salonunda uyurken buluyorum kendimi. uyuduğumu fark etmiş olmam ne garip, bunu sanırım rüya görmemden anlıyorum. bazen de anlamıyorum kimin rüyası bu. 'hişt kalk hadi bitti, uyudun yine bütün film'

19 Ekim 2011 Çarşamba

r'leri söyleyemeyen çocuk

hakikati sordum
kıramadım geçmiş aheste bi'yara
sargısı kalbimin kan içinde yüzüm kaç sarı
arsız bi'gecenin göğü yok sayması
işte sığmaz kor ateşe sarılmaz elim
kara gibi bu rol durmak işten değil
ve ölmek gibi bi'şer yaşamak da
ve epeyce kuru adım attığım şu bahçe

reis! dedim sonunda kaptana
bu karalık da neyin nesi
durmaz ise gemi öyle derin göğsüm yarıldı
yar gibi yar bu çığlık sesten ince

alternatif son:
hakikati soydum
başucuma koydum
ben bir yalan uyduydum

18 Ekim 2011 Salı

- ilk dizedeki şiiri okudun mu? 
- okudum. ne güzeldi. ama sanki bir harf yanlış yere konmuş. 
- bende kayboldum o harfi bulayım derken sonra kafamı kaldırmamla beraber gördüm, duvar saati yerinden oynamış. sinirlendim, nasıl bensiz oynayabilirdi, oynamayı bu kadar sevdiğim halde, bile bile. ayıp laflar ve hemen ettim yerinden onu ve duvar, çırıl çıplak baktı bana. ne kadar yüzsüzsün duvar, gözlerini göremiyorum, sana da gerekli ihtimamı, zoraki liyakati gösteremeyeceğim kusura bakma. anlaşamadığımız konular var bir kere. tamam sınırlar candır, bende de var. hepimizin sınırları var. sinirlerle çevrili insanın içi, birbirlerine sınırlılar insanlar, haritalarımız sinirli. ama her şeyin de bir sınırı var ! çünkü sınırlar biz kendimizi içlerine hapsedelim diye değiller mesela, nerede duracağımızı bilmemiz için varlardır en fazla. mamafih sıkıntı şu ki, sınır aşılabilirse sınırdır, yoksa duvardır o. şu duvarların dili olsa da öpüşsek diyen ünlü türk delisine şapka çıkarmamak işten değil. 
- geçen gün de hiç hesapta yokken, sanki hesapta olabilirmiş gibi, dedi ki bir arkadaşım, rüyamda yumurtanın beyazından bulutlar pişiriyordum. bu rüya mı tabiri mi diye sordum, sustu., gözleri dışına fırlamış bir o gibi şööööyle bir gerindi, ve dedi ki: 
- sen üçe bölünmüşsün. 
- onu çözdüm evet, bir lisan bir insan ya hani. ben de üç lisan içinde geziniyorum işte, ahah.
- kendinle fazla barışıksın. artis misin belli değil !
- pekâlâ... bu bar, dağı taşıran son ı, şık oldu.

15 Ekim 2011 Cumartesi

bugün burger king'e gittim, önce açtıkları şarabı beğenmeyip geri yollattım. big king'i allah için çok güzel yapmışlar, aşçıyı masama çağırıp dedim "çok güzel olmuş, tebrik ederim". hava yağmurluydu dışarı çıkıp Taksim'e geldiğimde, bir adam "klimalı şemsiye" diye bağırıyordu. güzel bir fikirdi, bir şemsiyeyi daha çok sevdiremezdi belki ve alacak param bile yoktu ama fikri bile yolumu değiştirdi. artık kararımı vermiştim, kuruyordum ilk derneğimi: potansiyeli olanlar üşenmesinler cemiyeti. gereken evrakları toplamak için kimliğimle notere gittim. bana kaydımın burada olmadığını söylediler, burada derken nerede diye soramadan dedi ki ikametiniz yok gözüküyor beyefendi, devletimin memuruyla gözgöze ben, bey ve efendi ve mukimsizlik... devletimin demişken demez olaydım, demiş bulunmaz olaydım, devbirkötülüktanrısı mı sürgit bir hal miydi bu devlet. bi de hangi devlet? United States of Minds. sizi gidi sizi. geçenlerde tanrıyla aram bozulmuş olmasa, çağırırdım da döverdi sizi bi güzel. onu bile içime gömdünüz. kendime baktıkça yas matem içim karardı. ama karanlığın bi iyi yanı var, ışığın katma değeri artıyor. ışını bol bulduk saçalım, yok ya! demişti bir türk alimi zamanında. neyse işte karanlıktan çıkar gibi çıktım noterden. sokaklar yağmur kokuyordu, yağmur ne kokuyordu bilmiyordum, o an sevindim. bir şeyin kendisini kokluyordum. üşüdüm, ceketime sarıldım, evin yolunu tuttum. ama evin yoluna bakılırsa pek tutulmak istemiyordu. birkaç adım ve evin yoluyla selamlaştık, ne zaman dönersin dedi, sen beni bekleme dedim, güneş aradı da az önce, boğazda bugün çok güzel batışım var gel de iki yüzünü göreyim yoksun epeydir dedi. sormadı bu yağmurda ne gün batımı diye... bulutlarla konuşmuş olmalıydı.