"Bu bakımdan, en ikna edici aşk sözcüğü, bütün olası “seni seviyorum”larda, yani içinde hem korku, hem şüphe, hem de umudun halen yankılandığı şeytan çıkarmalarda olmaktan ziyade, şu türden karşılıklı bir açıklamadadır: “seninleyken sıkılmıyorum”, bu, basit bir şekilde, gerçek beklentinin boşa çıkmadığını, kendimizi hemen hemen kabul görmüş bulduğumuzu ve ikinci yalnızlığın hemen hemen savıldığını söyler. En beter tersliklerden bağımsız olarak, tıpkı en güzel meziyetlere rağmen, tüm yarım kulakla dinlemelerin ötesinde, dikkat eksikliğidir tam da aşkta sıkıntıyı su yüzüne çıkaran. Burada bir sınır olduğu aşikar. Aşk tasarısını tehlikeye atan ve ona şevkle sarılmamızı engelleyen bütün diğer gediklerin örneği olarak alacağız bu sınırı.
Bu sınır başka türlü de dile getirilebilir. Sevmenin gerçekten ne olabileceğinin işareti olarak kendini hepten vermek, eğer buna eşit bir kendini unutma eşlik etmiyorsa, aldatıcı ve düzenbaz olmayı sürdürür. Kendini unutmak bundan zor iş bazı tabiatlar için. Delilikle burun buruna gelmeyi kabullenmektir, insanın kendisini, kendine yarı yabancı ve içerden savunmasız, aşırı bir sürgünde bulmanın baş dönmesiyle tanıştırır. Peki ya bu anlamda sadece delileri sevmek mümkün olsaydı? veya yalnızca onlar sevme yetisine sahip olsaydı? Peki, ya dolu dolu paylaşılan aşk sadece, sonunda bu sürgünü bir yoksunluk değil de bir özgürleşme olarak almaya yatkın iki varlığın yakınlaşmasında mümkün olsaydı? Bu da aşkın bir hilesi olmasın ya da, tıpkı aklın hileleri vardır denildiği gibi? Peki ya o zaman “ben”den kurtulmak hakikaten buysa? – gerçekten de kendisiyle aynı özden olan “vatan” kadar budala olan şu “ben”den? Bu basittir. Ruhta biçimlenen sevme tasarısı yalnızca, ruha sahip olmanın başıboşluğa saldığı kişilerde gerçek anlamını kazanır."
Bu sınır başka türlü de dile getirilebilir. Sevmenin gerçekten ne olabileceğinin işareti olarak kendini hepten vermek, eğer buna eşit bir kendini unutma eşlik etmiyorsa, aldatıcı ve düzenbaz olmayı sürdürür. Kendini unutmak bundan zor iş bazı tabiatlar için. Delilikle burun buruna gelmeyi kabullenmektir, insanın kendisini, kendine yarı yabancı ve içerden savunmasız, aşırı bir sürgünde bulmanın baş dönmesiyle tanıştırır. Peki ya bu anlamda sadece delileri sevmek mümkün olsaydı? veya yalnızca onlar sevme yetisine sahip olsaydı? Peki, ya dolu dolu paylaşılan aşk sadece, sonunda bu sürgünü bir yoksunluk değil de bir özgürleşme olarak almaya yatkın iki varlığın yakınlaşmasında mümkün olsaydı? Bu da aşkın bir hilesi olmasın ya da, tıpkı aklın hileleri vardır denildiği gibi? Peki ya o zaman “ben”den kurtulmak hakikaten buysa? – gerçekten de kendisiyle aynı özden olan “vatan” kadar budala olan şu “ben”den? Bu basittir. Ruhta biçimlenen sevme tasarısı yalnızca, ruha sahip olmanın başıboşluğa saldığı kişilerde gerçek anlamını kazanır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder